tuğba gürçağ yarız
Çocuğun Sosyal Dünyası
SOSYAL GELİŞİM
İnsan kültürel ve sosyal bir varlıktır. İnsanların sağlıklı bir hayat sürdürebilmeleri, içinde bulundukları fiziksel ve sosyal çevreye uyum sağlamaları ile ilişkilidir. Bireyin neredeyse tüm yaşamı içinde bulunduğu çevreye uyum sağlam çabası içinde geçer. Bu uyum çabası doğum ile başlar ve gelişim göstererek ömür boyu sürer. Tüm bu nedenlerle sosyal gelişim ve sosyalleşme kavramları büyük önem taşımaktadır. Sosyal beceri; toplumsal beklentilere uygunluk gösteren, kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Kişinin sosyal uyarıcılara özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlılık geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi, onlar gibi davranabilmesidir. Diğer insanları anlamak, onlara uyum göstermek, çevredeki norm ve değerlere uygun davranış kalıpları geliştirmek, grubun kural ve değerlerine uymayı öğrenmek, sosyalleşme demektir. Sosyalleşme, doğumdan ölüme dek yaşam boyunca devam eder.
çocukluk döneminde Psiko-Sosyal Gelişim (0-12 Yaş)
Psiko-sosyal gelişime ait bu kuram Erik H. Erikson tarafından geliştirilmiştir. Erikson, insanın diğer insanlarla ilişki içinde geliştiğini öne sürmüş ve başkalarıyla ilişkilerin önem kazandığı bir gelişim kuramı ortaya atmıştır (Bacanlı,2000). Erikson insan hayatını ve gelişimini sekiz kritik döneme ayırmaktadır. Her dönemde çözülmesi gereken bazı psiko-sosyal problemler, kritik krizler ve psiko-sosyal bunalımlar yer almaktadır. İnsanların sağlıklı bir şekilde bu krizleri atlatması, sağlıklı bir sosyal gelişim süreci sürdürmelerini sağlayarak sağlıklı bir kişilik oluşturmalarına temel oluşturacaktır. Bir dönemde yaşanan kriz sağlıklı bir şekilde aşılamazsa, bireyin yaşamının sonraki dönemlerinde o krizin etkileri görülür ve çözülene dek kişi için problem oluşturmaya devam eder. Bir dönemin sağlıklı bir şekilde geçilmesi; bir önceki dönemim sağlıklı olarak aşılmasına da bağlıdır. Ancak uygun çevresel şartlar, geçmiş dönemlerdeki yaşantılardan bağımsız olarak herhangi bir gelişim düzeyindeki krizin aşılmasını sağlayabilir. Krizlerin sağlıklı bir şekilde aşılması, bireyin kişiliğinin güçlenmesini sağlar.
Psiko-sosyal Gelişim Dönemleri: (0-12 yaşa ait dönemler)
1.Evre: Temel Güvene Karşı Güvensizlik: (0-1.5 Yaş):
Bu dönem doğum ile başlar ve 1,5 yaşa kadar sürer. Bu dönemde bebekler çevrelerindeki dünyaya güvenip güvenmeyecekleri konusundaki temel duyguları edinirler. Buradaki güven duygusu, başkalarının tutarlı ve güvenilir olduklarını bilme duygusunu ifade eder. Yaşamın ilk yılında çocuğun ihtiyaçlarının doyurulması, büyük ölçüde anne ya da onun yerine geçen yetişkine bağlıdır. Erikson’a göre bebekler anne ya da bakıcılarının davranışlarında tutarlılık ve güvenilirlik hissettikleri zaman onlara karşı temel güven duygusunu geliştirirler. Hayatın ilk yılında bebeğin görevi güvenmeyi öğrenmektir. Bebekte toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri beslenme, uyku ve sindirim gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur. Bebeğin bu dönemdeki alıcı yapısına karşılık annenin verici oluşu, karşılıklı denge ve düzeni sağlamaktadır. Annenin vermeye hazır oluşu ve bunu istemesi onun da bu vericilikten bir şeyler aldığını gösterir. Anne ile bebek arasındaki düzenli alma ve verme ilişkisi bebeğin zihninde annenin sürekliliğini sağlar. Bu iki organizmanın ilişkisinde temel öğeler; süreklilik, tutarlılık ve aynılıktır. Yani bu dönemde bebek “Çevremdekiler bana bakıyor, istediğimi veriyor ve varlığımı tanıyorlar. Onlar sürekli, tutarlı ve aynı kişilerdir. Ben verilmeye değer ve güvenilir bir varlığım.” hissini yaşarsa bu dönemi sağlıklı olarak atlatır. Bu döneme ait yaşanabilecek en büyük tehlike çocuğun yeterli güven duygusunu kazanamayışıdır. Çocuğa
iyi bakım veriliyor olsa da eğer bu bakım aynı kişi tarafından ve çocuk her ihtiyaç duyduğu zaman tutarlı bir şekilde gerçekleştirilmiyorsa çocuk temel güven duygusunu geliştiremez.
Eğer bebek ağladığı, acıktığı ya da altını ıslattığında rahatsızlığı hemen gideriliyorsa, annesine veya kendisine bakan kişiye güvenebileceğini anlar. Buna karşılık bebek ihtiyacı olduğu vakitlerde kendisine bakan kişiyi yanında bulamazsa ona karşı bir güvensizlik duygusu geliştirir. Eğer bir çocuk annesi yanından ayrıldığında gereksiz bir korkuya kapılmaksızın sakin bir vaziyette durabiliyorsa, bu onun annesine karşı temel güven duygusu geliştirdiğinin bir göstergesidir. Aksi halde bebek ihtiyacı olmasa bile annesi yanından ayrılır ayrılmaz ağlamaya başlar. Burada “Sana güvenmiyorum, beni bırakıp gideceksin, daha öncede yapmıştın.” mesajı vardır (Selçuk, 2000). Temel güven duygusundan yoksun olarak yetişmiş çocuklar ilerideki hayatlarında sosyal ilişki kurmaktan çekinen, kendine güvensiz kişiler olabilirler. Ancak kişi daha sonraki dönemlerde bu eksikliğini telafi edebilirse sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen ve kendine güvenen bir insan da olabilir (Selçuk, 2000). Bu dönemde temel güven duygusunu oluşturması için gerekli ihtiyaçları giderilen çocuklar bir sonraki evreye geçmeye hazırdırlar.
2. Evre: Özerkliğe Karşı Kuşku-Şüphe Ve Utanç: (1.5-3 Yaş)
Bu evre, çocuklar anne bağımlılığından uzaklaşıp kendi ayakları üzerinde durabildikleri zaman başlar. Çocuğun kas ve hareket becerileri iyice geliştiğinden çocuk ayakta durmaya ve yürümeye yani bağımlılıktan özerkliğe doğru geçiş yapmaya başlar. Burada çocuk artık kendi ihtiyacı doğrultusunda tuvalet ihtiyaçlarını giderebilecek kas kontrolü hakimiyetine ulaşmıştır. İsterse tutabilir isterse bırakabilir. Burada iki karşıt istek ve eğilim ortaya çıkmaktadır. Çocuk birbirine tamamen zıt iki eylem arasında seçim yapmak durumundadır. Bu sayede çocuk seçim yapma ve karar verebilme becerisini geliştirerek özerk olmaya başlar. Tuvalet eğitiminde cezalandırıcı ve utandırmaya yönelik bir tutum izleyen anne-babalar çocuğu yaptığından utanma ve şüphe duyma duygularına yöneltmektedirler. Bu dönemde çocuklar birçok olaya “Ben yaparım.” ifadesiyle yaklaşarak özerkliklerini pekiştirmeye çalışırlar. Eğer yapmak istedikleri iş konusunda engellenirlerse hırçınlaşırlar ve öfkelenirler. Aşırı koruyucu, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı anne-baba tutumu da özerkliği engelleyen etkenler arasındadır. Bu nedenle ana-babaların bariz tehlikelerin olmadığı ortamlarda çocuklarını serbest bırakmaları ve onlara bir şeyler başarma fırsatı tanımaları gerekmektedir. Kendisine fırsat tanınmayan, bir iş başarmanın heyecanını yaşayamayan çocuklar ileriki yaşlarda çekingen, kendi başına karar veremeyen ve kendine güvenemeyen bir insan haline gelmektedir. Ana baba, çocuk bir işi yapamadığında onu suçlamamalıdır çünkü sürekli olarak beceriksizlikle suçlanan çocuk cesaretini kaybetmekte ve başarısızlığının yüzüne vurulması sonucunda öfkelenmektedir. Bu öfkenin nihayetinde ise utanma duygusu hakim olmaktadır (Selçuk, 2000). Eğer çocuklar bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatamazlarsa, Freud’a göre ileriki yaşlarda koleksiyon yapabilir(tutar) veya müsrif birisi olabilir(bırakır). Anal karakter denilen bir kişilik, bu dönemin olumsuz geçirilmesinin sonucudur. Bu kişiler nesnelerle ilişkilerinde sert ve haşindirler. Kararsızdırlar ve çabuk karar değiştirirler (Bacanlı, 2000).
3.Evre: Girişimciliğe Karşı Suçluluk: (3-6 Yaş)
Bu dönemdeki çocukların motor ve sosyal gelişimleri, çocukların fiziksel ve sosyal çevreleriyle daha fazla etkileşim halinde olmalarına olanak sağlar. Çocuklar cinsiyetlerini keşfederler ve merak duyguları yoğunlaşır. Çocuk çevresindeki her şeyi merakla incelemeye başlar. Bu amaçla çeşitli girişimlerde bulunur. Çocuğun girişimleri desteklenirse merakı giderilir ve çocuk gelişir. Eğer girişimleri nedeniyle eleştirilirse suçluluk duygusu yaşar.
Çocuk bu dönemde merak duygusu ve cinsiyet keşfinin doğal sonucu olarak çocuk cinsellikle ilgili sorular sormaya başlayacaktır. Bu evrede çocuklar Oedipus çatışmasını ve Elektra
kompleksini yaşamaktadırlar. Çocukların bu dönemdeki sorularına uygun cevaplar verilirse çocuğun girişimciliği desteklenmiş olacaktır. Eğer çocuğa sorduğu soruların ayıp olduğu söylenir ve çocuk engellenirse çocuk bu konuları merak etmesinin suç olduğu hissine kapılır.
Bu dönemde gelişen girişimcilik duygusu, çocukta özgür düşünme ve geleceğe yönelik planlar yapma ve eyleme geçme becerileri için rahatlık ve güç sağlar. Eğer çocuk bu dönemi sağlıklı olarak atlatamazsa bu becerilerin gelişmesi mümkün değildir. Bu evredeki çocukların çabaları desteklenirse çocuklarda çalışma ve başarılı olma davranışları gelişir.
4.Evre: Çalışkanlığa Karşı Aşağılık: (6-12 Yaş)
Bu dönemde çocuk okula gittiği için sosyal dünyasında bir genişleme meydana gelir. Anne-babanın çocuk üzerindeki etkisi azalırken, okul arkadaşları ve öğretmenin çocuk üzerindeki etkisi giderek artmaktadır. Bu dönemde anne-baba sadece destek verirken, öğretmen korur ve akranlar kabul ederler. Bu evredeki çocuk sürekli başarılı olmak ve bir şeyler üretmek için çabalar. Çünkü bu dönemde onun için önemli olan başarılı olmanın sunucu olarak kabul görmek ve takdir edilmektir. Bu dönemdeki çocuklar destek görürlerse, öz-saygıları artar, daha fazla çalışmaya ve daha çok başarılı olmaya yönelirler. Tam tersi durumlarda ise çocuklar kendilerini değersiz hisseder ve aşağılık duygusuna kapılırlar. Aşağılık duygusu yaşayan çocuklar çevrelerindeki kişilerle sağlıklı ilişkiler kuramazlar ve uyum güçlüğü yaşarlar. Yapılan uzunlamasına bir araştırmada zeka, aile özgeçmişi ve çalışkanlık değişkenlerinden çalışkanlığın bireyin gelecekteki uyumu, ekonomik başarısı ve kişisel ilişkilerinde en önemli etken olduğu bulunmuştur (Vaillant ve Vaillant, 1981). Çocuk bu dönemde okulda bilgi edinirken kendisi ile aynı yaşlarda olan diğer çocuklarla kendini karşılaştırır ve kendisinin çalışkan olup olmadığına karar verir. Aslında burada önemli olan çocuğun başkaları ile kıyaslanmasından çok kendi başarıları ile değerlendirilmesidir. Önemli olan çocuğun iyi yaptığı işin ortaya çıkarılmasıdır. Eğer bu ortaya çıkmazsa çocuk kendini tembel ve başarısız hissederek aşağılık duygusuna kapılabilir. Öğrenci belirli bir konuda başarılı olduğu zaman okulu ve öğretmeni hakkında olumlu duygular besler. Bunun sonucunda da iyi bir öğrenci olduğunu hisseder. Bazı konularda başarısız olan ve desteklenmeyen öğrenciler ise okula ve bilgi edinmeye karşı olumsuz düşünceler geliştirirler. Çevresinin de bunu pekiştirmesiyle zayıf bir öğrenci kendisinin kötü bir insan olduğunu düşünebilir. Yani olumsuz bir benlik algısı geliştirir (Selçuk, 2000). Bu dönemdeki öğrencilere tek başına iş yapabilme, sorumluluk alabilme, işbirliği kurabilme becerilerini destekleyici faaliyetler sunulmalı, çocukların hataları hoş görülmeli ve çocukların başarıları desteklenmelidir. Bu faaliyetlerde çocukların ilgi ve yetenekleri baz alınmalıdır ve çocukların seviyesine uygun hedefler konulmalıdır.
ÇOCUĞUN SOSYAL DÜNYASINDA ANNE-BABALARIN YERİ
Yeni doğan bir bebeğin sosyal dünya ile ilgili olarak öğrenmesi gereken çok şey vardır. Başlangıçta bebek herkese aynı tepkileri verir. 9 ay sonra bebek tanıdık olan ve olmayan insanları ayırt edebilecek hale gelir ve seçilmiş bir veya daha fazla bağımlılık geliştirir. Herhangi birisi bebeği kucağına alırsa bebek rahatsız olur ve ağlamaya başlayabilir; ama annesi veya babası bebeği kucağına alırsa bebek sakinleşir ve rahatlar.
Erken Sosyal Beceriler Ve Sosyal Etkileşimler:
Bebek doğduğu andan itibaren yardıma muhtaç bir varlıktır. Beslenme-sıcaklık-korunma ve barınma için ebeveynlerine veya bakıcısına ihtiyacı vardır. Sadece bu nedenlerle, diğer tüm memeliler gibi bebeklerin de bağlanma geliştirmesi normaldir. Ancak burada diğer memelilerden farklı olarak bebekler, bu ilişkiden sosyal sembolleri, sosyal iletişimi ve kültürel anlamlılıkları öğrenirler. Bunların yanı sıra bebeklerin bazı dönüşümlü becerileri vardır. Bu beceriler, bebeğe bakan kişilerin desteğiyle birlikte sosyal etkileşime destek olmaktadır. Bunlar:
1) Sosyal durumlarda ilk olarak harekete geçen davranışlar: Yetişkinlerin özellikle bebekler için hazırladıkları işitsel ve görsel uyaranlar bu gruba girer. Örneğin bebekler kalıp halinde çıkartılan seslere doğru kafalarını çevirerek tepki verirler. Bu sesler özellikle insan sesi düzeyinde ise bebekler daha çok ilgi gösteriler. Ayrıca bebekler etraflarında hareket ettirilen şekilli görsel uyaranlara da ilgi gösterirler. Bebekler, eğer çok yakın veya çok uzak olmayan bir mesafede durulursa insan yüzüne konsantre olabilirler.
2) Sosyal tepkilerin verildiği davranışlar: Yeni doğan bebekler hem gülümser hem ağlarlar. İki tepki de başlangıçta bebek için hiçbir sosyal anlam taşımamaktadır. Bebek dönem dönem aralıklarla gülümsemekte, acıktığı zaman veya rahatsız olduğu zaman ağlamaktadır. Burada bebekle ilgilenen kişiler bebek sosyalmişçesine onun sinyallerine yanıt vermektedirler. Eğer bebek gülümserse onlar da gülümsemekte, eğer bebek ağlarsa onu kucaklarına alıp konuşmaktadırlar. Bir araştırmaya göre ağlayan bebeğin kucağa alınması, ağlamayı %88 oranında azaltmaktadır. Bebeğe bakan kişilerin verdiği sosyal tepkiler sonucunda bebek olgunlaştıkça gülümseme ve ağlamanın sosyal önemini kavrayacaktır.
3) Diğer bireyler tarafından verilen ani-planlanmamış tepkilerin bebeğin hoşuna gitmesi: Bebeğin herhangi bir davranışına hemen davranışının ardından verilen eğlenceli ve hızlı bir tepki, bebeklerin çok hoşuna gitmektedir. Örneğin; bebeklerin ağlama, gülme, cıvıldama ve mırıldanma gibi eylemlerine yetişkinler beklenmeyen tepkilerle ve oyunlarla yanıt verebilirler. Örneğin; cee oyunu gibi…Bir çok çalışma annelik ve bağlılık duygusunun çocukta olumlu yönde gelişen sosyal gelişimin ve bağlılığın temellerini attığını öne sürmektedir.Çocuğun cee tarzı oyunlardan hoşlanması ile birlikte bu tarz oyunlar sıra alarak daha uzun oyunlara dönüştürülebilir. Örneğin bu oyuna yetişkinin yüzünden sonra oyuncak ayıyı katabiliriz ve o da bebeğe cee yapabilir. Veya ağlayan bir çocuğu kucağımıza alıp onunla hoplama oyunu oynarsak bu bebeğin hoşuna gider ve bebek ağlamaktan vazgeçer.
4) Öğrenme becerisi: doğumdan bile daha önce bebek anne sesini tanıyabilirken; doğumdan birkaç gün sonrasından itibaren yeni doğan, annesinin sesini diğer yabancıların sesinden ayırt edebilmektedir. 2. aydan itibaren bebek tanıdığı yüzlerin resimlerini tercih edebilmektedir ve birçok resim içinden tanıdıklarına tepki verebilmektedir. 6. aydan itibaren bebekler tanıdıkları yetişkinler ile tanımadıkları yetişkinler arasındaki ayırımı yapabilmeye başlamaktadırlar.
Bebeğin bir diğer becerisi de taklittir. Kaye ve Marcus’un (1978,1981) yaptıkları araştırma sonuçlarına göre sosyal uyaranın taklidi 6 ila 12. aylar arasında meydana gelmektedir. Bu araştırmada sonuçlar şu şekilde elde edilmiştir: araştırmacılar bebeklerin dikkatlerini çekmeye ve yakalamaya çalışmışlardır. Yakaladıkları zaman ağızlarını 5 kez açıp kapatmışlardır ve ellerini bebeğin önünde 4 kez çırpmışlardır. Bebek uygulayıcı ile göz kontağı kurduğu zaman uygulayıcının hareketlerini taklit etmeye yönelik girişimlerde bulunmuştur. Bebeklerin yaşları büyüdükçe taklit becerilerinin geliştiği gözlenmiştir.
İlk başlarda yetişkinin yapması gereken çok şey vardır; bebeği kucağına almak, kafasını dik tutmasını sağlamak, her sinyalinde doğru tepkiyi vermek. Bebek sosyal repertuarını geliştirdikçe, yetişkinin yapması gereken işler azalmakta ve bebek sosyal etkileşimde sıra almaya başlamaktadır.
Babalar:
Birçok toplumda yapılan çalışmalar göstermekte ki; babalar da en az anneler kadar iyi ebeveynlik yapabilirler ancak babalar çocuk bakımı ve çocuk ile ilgili görev dağılımlarında yeterince yer almamaktalar (Lamb,1987). Bugüne kadar babaların çocuk bakımında en etkin olduğu toplum Aka cüceleridir. Aka cüceleri Afrika’da yaşayan ve avlanarak yaşamlarını sürdüren bir topluluktur. Babalar çocukla birlikte zamanlarının %88’ini geçirmektedirler. %22’lik kısımda çocuklarını taşımaktadırlar. Bu zaman dilimleri de babalar ile çocuklar arasıdaki etkileşimi arttırmaktadır. Kadınlar genellikle avlanmaktadırlar ve erkekler çocukları taşımaktadırlar. Erkekler de dönem dönem avlanırlar ancak çocukları taşıyan yine onlardır. Ama bu toplumda bile anneler çocuk bakımında babalardan daha başarılı olmaktadırlar (Hewlett, 1987). İsveç’te de babaların çocuk bakımına daha fazla zaman ayırmasını cesaretlendirici yönde birtakım reklam çalışmaları yapılmıştır. Bunun temel nedenleri de çalışma olanaklarının artışı ve ebeveyn ayrılıklarıdır. Yine de, yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen bulgulara göre İsveç’te anneler genellikle ev işlerini yapıp çocuklara bakarlar ancak şu nokta önemlidir ki her iki ebeveyn de çalışmaktadır (Hwang,1987).
Charlie Lewis’in (1986) İngiltere-Nottingham’da 1 yaşında çocuğu olan 100 baba ile yaptığı araştırmaya göre babaların %65’i çocuğun doğumu ile ilgili tüm aşamalara dahil olmuşlardır. Birçok babanın bu durumla ilgili endişeleri vardı ve onları cesaretlendiren eşleri olmuştu.1950-1960’larda babaların bebekleri eve geldiklerinde ilk kez gördüklerini düşünürsek bunun çok büyük bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu şu demek değildir ki; doğumda bulunan babalar çocuk bakımında daha çok görev almaktadırlar. Lewis’in araştırmasında bu iki değişken arasında bir bağlantı kurulamamıştır. Genellikle çocuk bakımı ile anneler ilgilenmektedir, bebeği beslemek, geceleri ağlayınca uyanmak hep annenin işi olmuştur. Bunun iki nedeni vardır: birincisi; çünkü genellikle babalar çok uzun saatler boyu çalışmaktadırlar. Lewis’in bulgularına göre annenin de çalıştığı durumlarda babalar bebek bakımına daha çok katkı yapmaktadırlar. İkincisi; anneler bebek bakımı işinde çok uzman oldukları için babalar kendilerini bu işten uzak tutmaktadırlar.
Lewis’in 1980’de ve Newson’un 1960’ta 100 baba ile yaptıkları araştırma sonuçlarını kıyaslarsak:
* 1960’ta doğum sonrasında annelere 30 baba yardım ederken, 1980’de 77 baba yardım etmiştir.
* 1960’ta geceleri bebeğin ihtiyaçları için uyanan baba sayısı 49 iken, 1980’de 87’ye yükselmiştir.
* Bebeğin altını değiştiren baba sayısı:
-Hiç-çok az: 1960’ta 37 iken 1980’de 40’a yükselmiştir.
-Ara sıra: 1960’ta 43 iken 1980’de32’ye düşmüştür.
-Sık sık: 1960’ta 20 iken 1980’de 28’e yükselmiştir
* Bebeği yıkayan baba sayısı:
-Hiç-çok az: 1960’ta 54 iken 1980’de 62’ye yükselmiştir.
-Ara sıra: 1960’ta 26 iken 1980’de 9’a düşmüştür.
-Sık sık: 1960’ta 20 iken 1980’de 29’a yükselmiştir.
* Bebeği uyutan baba sayısı;
Hiç-çok az: 1960’ta 29 iken 1980’de 26’ya düşmüştür.
Ara sıra: 1960’ta 35 iken 1980’de 24’e düşmüştür
Sık sık: 1960’ta 35 iken 1980’de 48’e yükselmiştir. (Lewis,1986)
Ebeveynlik Stilleri
Amerikalı bir psikolog olan Diana Baumbrind, Amerika’daki global çocuk bakımı stillerine ait 3 adet genel başlık belirlemiştir:
- Otoriter: disiplin ve davranış kalıpları konusunda katı fikirlere sahiptirler. Tartışmaya açık değildirler.
- Güven verici-destekleyici: disiplin ve davranış kalıpları hakkında fikirleri olan ve çocukları ile bu fikirlerini konuşan ve tartışan ebeveynlerdir.
- Serbest bırakan: disiplin ve davranış kalıpları hakkında esnek fikirleri olan ebeveynlerdir.
Steinberg ve arkadaşları güven verici-destekleyici ebeveynliğin 3 bileşeni olduğundan bahsetmişlerdir:
*ebeveynsel kabul etme ve sıcaklık
*davranışsal süpervizyon ve hoşgörü
*demokrasi ve bireysel gelişimin kabulü
Ebeveynlik stillerinde en etkili temel üç faktör şunlardır; 1) ebeveynlerin kişisel psikolojik kaynakları: ebeveynin ruh sağlığı ve kendi kişisel gelişim öyküleri kendi çocuklarını yetiştirme becerilerini etkilemektedir. 2) destek kaynakları: ebeveynlere eşlerinden, akrabalarından ve dostlarından gelen sosyal bağlamdaki destek, olumlu bir iş ortamı ve yeterli düzeyde bir maddi kazanç ebeveynlik becerilerine etki etmektedir. 3) çocuğun kişilik özellikleri: çocuğun zor ve ya kolay çocuk olması ebeveynin yetiştirme stilini etkilemektedir.
Yapılan araştırma sonuçlarına göre; hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar arkadaş ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler öne sürebilen, fikirlerini serbestçe ifade edebilen ve karar verebilme becerisine sahip çocuklar olmaktadırlar. Daha sert bir disiplin anlayışıyla yetiştirilen çocuklarda karşı çıkma ve saldırganlık eğilimleri görülmekte ve çocuklar kendilerini bu yollarla kabul ettirmek istemektedirler. Otoriter ailelerde yetişen çocuklar genellikle bağımlı olan, kendi kararlarını alamayan, özgüvenleri olmayan, çevresindeki tüm bireyler tarafından korunmayı bekleyen, başkalarının etkisinde kolaylıkla kalabilen, aşırı hassas, çekingen, dıştan denetimli kişiler olabilmektedirler. Bu çocuklar ileriki yıllarda ya korkutulmuş ve sindirilmiş ya da isyankar yetişkinler olabilmektedirler. Aşırı hoşgörü ile yetişen ve fazlasıyla serbest kalan çocuklar benmerkezci olurlar, herkesin dikkatinin kendi üzerlerinde olmasını isterler ve bu sebeple sosyal ilişkilerde ve sosyal uyumda sıklıkla problem yaşarlar. Bu çocuklar doyumsuz bireyler olurlar, kurallara alışamaz ve kurallara uymakta sıkıntı yaşarlar.
SOSYAL GELİŞİMDE ARKADAŞLAR
Arkadaşlar İle İlişkiler:
Çocukların gelişimine tek fayda elbette ki sadece ebeveynlerden gelmemektedir. Çocuklar büyüdükçe ev dışında birçok kişi ile etkileşim kurmaktadırlar. Arkadaş, bizim için bizimle yaklaşık olarak aynı yaşlarda olan kişilerdir. Çocuklar için ise arkadaşlar aynı yaşta ya da aynı sınıfta olarak tanımlanmaktadır. Çocuklar arkadaşları aracılığıyla sosyal hayatta nasıl var olacaklarını ve diğerleri ile nasıl baş edeceklerini öğrenmektedirler. Bunların tümü için eğitim mekanı oyunlar ve sohbet ortamları olmaktadır. Çocuklar evlerde, oyun gruplarında, kreşlerde, anaokullarında, okullarda ve park alanlarında diğer çocuklar ile ilişkiler oluşturmaktadırlar.
Erken Yaşta Arkadaşlık
Erken yaşlardan itibaren arkadaşlık çocuklara ilginç gelen bir olgu olmaktadır. 12-18 aylık bebekler ile yapılan bir çalışmada bu ay dönemine ait 2 bebek ile anneleri bir oyun odasında birlikte bulunmuşlardır. Gözlemciler bebeklerin kimlere dokunduklarına ve kimlere baktıklarına dikkat etmişlerdir. Elde edilen bulgulara göre bebekler en çok kendi annelerine dokunmuşlardır. Ancak en çok baktıkları kişi onlara ilginç gelen diğer bebek olmuştur (Lewis, 1975). 2 yaş altı bebeklerde video çekimi ile bazı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarda video kullanılmasının nedeni bu dönemde akran ilişkilerinin çok kısa süreli oluşu ve bu nedenle gözlemciler tarafından gözden kaçabilmesidir. Bu yaşta kurulan ilişki sadece diğer çocuğa bakmakla bazen gülümsemekle, oyuncağını göstermekle ve birlikte gürültü yapmakla sınırlıdır. Bu da bize bu yaş dönemindeki çocukların yeterince sosyal beceriye sahip olmadıklarını göstermektedir. Yetişkinler çocukların sosyal etkileşimlerinde onlara model olabilirler, ancak yine de çocukların sosyal becerileri edinerek geliştirmeleri 2-3 yıl almaktadır. Ayrıca annelerine güvenli bağlanma geliştiren çocukların sosyal gelişimleri diğerlerine göre daha olumlu yönde gelişmektedir. Bu çocuklar daha rahat ilişki kurarlar, objeleri ve arkadaşlarını inceleyerek keşfetme konusunda daha iyilerdir. Bir yıl sonunda bu çocuklar yeni sosyal ilişkiler kurabilmektedirler. Bunlara rağmen, yine de 2 yaş çocuklarının da bazı sosyal becerileri olabilmektedir. Bunlardan birisi taklit etmedir. Fransa’da Nadel- Brulfert ve Baudonniere(1982) tarafından yapılan araştırmada 2 yaş çocukları oyun odası şeklinde bir laboratuar ortamında birbirinin eşi olan oyuncak ile oynarken gözlemlenmişlerdir. Elde edilen bulgulara göre ne zaman bir çocuk eline bir oyuncağı alsa diğer çocuk ta hemen gidip o oyuncağın aynısı ile oynamaya başlamaktadır. İşte taklit 2 yaş çocuklarında bunu ifade etmektedir. Bu taklit becerisi çocuklar arası iletişimi ve oyunu arttırmaktadır.
Okul Öncesi Dönemde Ve Okul Döneminde Arkadaşlık:
Çocuklar 3 yaşına geldiklerinde anaokuluna gitmeye genellikle hazır olurlar. 2-4 yaşları arasında yer alan dönemde çocukların birbirleriyle olan iletişim becerilerinde büyük bir artış görülmektedir. 1920lerde yapılan araştırmalara göre çocuklar diğerlerinin oyununa ilgi göstermekte ve onu izlemektedirler. Bazen diğerlerinin oyununa katılmakta bazen de sadece paralel oyunlar oynamaktadırlar. Paralel oyunda çocuklar sadece yan yana otururlar, aynı materyal ile oynarlar ama hiç etkileşime girmezler. Yani yan yana ama bağımsız oyun oynarlar. Bazen de koopere oyunlar oynarlar. Bu oyunlarda çocuklar bir şekilde etkileşime girerler: örneğin bir çocuk bir tahta bloğu diğerine uzatır o da bloklar ile kule yapar. Çocukların yaşı arttıkça birbirleriyle olan etkileşimleri de artmaktadır. Bazı çocuklar gruplar halinde oyunlar oynayabilirler. Bu gruplar 2 ya da 3 çocuğun birlikte oynadığı gruplardır, yaş ilerledikçe grupların kişi sayısı artar.
İlkokulun ilk yılarında çocukların oyun grupları cinsiyete göre ayrılmaya başlamaktadır. Aslında bu tercih anaokulu döneminde de vardır ancak o dönemde bu tercih özellikle yapılmamaktadır. 6-7 yaşlarında takım oyunları oynanmaya başladıkça cinsiyet tercihleri daha da artmaktadır. Amerika’daki oyun alanlarında 10-11 yaş çocukları ile, Lever (1978) tarafından yapılan araştırmaya göre erkek çocukları daha büyük gruplar halinde oynamayı tercih ederken, kızlar ya eşli ya da daha ufak gruplar halinde oynamayı tercih etmektedirler. Erkekler genellikle rekabete açık takım oyunları oynarken, kızlar için oyunlarda önemli olan gizlilik, özel olma ve samimiyettir.
Özetle; çocuğun sosyal dünyası doğumuyla birlikte oluşmaya başlar. Annesi, babası ve bakıcısı çocuğun sosyal gelişimi için ilk adımları atarken zaman içinde bu kişilere arkadaşlar da eklendikçe çocuğun sosyal dünyası hızla büyür. Çocuğun her yönden gelişimi birbiriyle paralel şekilde gerçekleştiğinden her alandaki ilerlemeler birbirlerini etkilemektedir. Bu nedenle ebeveynlere düşen görev; çocukları için olumlu bir gelişim ortamı düzenleyerek onları sosyal hayata hazırlamak ve desteklemektir.
KAYNAKÇA
Bacanlı, Hasan. Gelişim Ve Öğrenme. Nobel Yayın Dağıtım, 2000.
Selçuk, Ziya. Gelişim Ve Öğrenme. Nobel Yayın Dağıtım, 2000.
Yavuzer, Haluk. Çocuk Psikolojisi. Remzi Kitabevi, 1999.
Yavuzer, Haluk. Çocuk Eğitimi El Kitabı. Remzi Kitabevi, 1999.
Yavuzer, Haluk. Ana-Baba Ve Çocuk. Remzi Kitabevi, 1999.
Ding, Sharon; Littleton, Karen. Children’s Personal And Social Development.
Smith, Peter; Cowie, Helen; Blackes Mark. Understanding Children’s Develpoment.