tuğba gürçağ yarız


Ergenlik Dönemi

Ergenlik dönemi sadece çevre faktörünün tetiklediği bir süreç midir? 
 
Ergenlik nedir? Ergenlik her bireyin çocukluk döneminden sonra yaşadığı, bireyselleşme ve kendi ayakları üzerinde durmaya alışmak için alıştırmalar, deneme-yanılmalar yaptığı, gelişimin sağlıklı ve doğru bir yolda ilerlediğini gösteren, tüm olumlu-olumsuz yaşantılarıyla yaşanması gereken bir gelişim dönemi olarak adlandırılabilir. Her birey bu geçiş dönemini mutlaka yaşar. Ancak hangi yaşta hangi evreden geçeceği bireyin tüm alanlardaki gelişimi ile paralel ilerlediğinden, her birey bu evreleri farklı yaş veya ay dönemlerinde yaşayabilir.

Meydana gelen fiziksel ve fizyolojik değişiklikler ile başladığını söyleyebileceğimiz erinlik dönemi, ergenliğin ilk basamağıdır. Bu değişiklikler, hipotalamusun uyardığı  hipofiz bezinin salgıladığı büyüme hormonlarının salınımı ile aktive olmaya başlar. Bu aktivasyon ile birlikte ergenlerde ani başlayan bir büyüme atılımı ortaya çıkar. Bu atılım sürecinde bireylerin boylarında, kol ve bacaklarında uzama, el ve ayaklarında büyüme gözlemlenmeye başlar. Bu hızlı büyüme sürecinde ergenler hayatlarının en çirkin dönemlerini yaşamaktadırlar ve bu çirkinlik dönemine eşlik eden bir “Ne oluyor?” kaygısı ortaya çıkmaktadır. Bu fizyolojik değişikliklerin getirdiği fiziksel farklılıklar sakarlık, beceriksizlik dengeyi kurmakta ve korumakta zaman zaman zorluklar yaşama gibi sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. İşte bu noktada çevrenin ve çevresel faktörlerin ergen üzerindeki etkileri devreye girmeye başlıyor. Ergenlik dönemindeki bireyler için çevrenin kendilerine yönelik bakış açıları ve düşünceleri çok önem kazanmaktadır. Bu nedenle çevreden ergene gelen dönüt, ergen için çok değerlidir. Bu geribildirimler, ergenin kendine bakış açısının ve hatta davranış örüntülerinin ve özelliklerinin şekillenmesini sağlayabilmektedir. Olumlu geribildirimler alan ergenler için şekillenen olumlu yaşantılar, olumsuz geribildirimler alan ergenler için hayal kırıklığı yaratan durumlar olabilmektedir. Ergenlerin birbirleriyle dalga geçmeleri, arkadaş grupları tarafından kabul görmeme gibi durumlar, zaten fiziksel olarak birtakım “garip ve tarif edilmesi karmaşık” değişiklikler yaşayan bireylerin kendileriyle ve farklılıklarıyla ilgili farkındalık geliştirmesine ve bu düşüncelerin ergenlerin öz-benlik ve öz-saygı ile ilgili alanlara da olumsuz etki yapmasına sebep olabilmektedir. Hatta, olumsuz geribildirim veren kişiye karşı negatif bir algı ve düşünce geliştirerek, ergenlik döneminde çok önemli olan arkadaşlık ilişkilerini bu eleştiriler doğrultusunda geliştirmek bile yaşanan sonuçlar arasında yer alabiliyor.

Ergenlik döneminde başarı ile üstesinden gelinmesi gereken görevlerden biri hatta ilki, bedenimizi kabul etmektir. Fiziksel açıdan çekici olarak kabul edilen insanların toplum içinde daha çok kabul gördükleri, çekici olmayan insanların ise çevre ile olan etkileşim ve iletişimlerinde güçlükler yaşadıkları araştırma sonuçlarından elde edilen bilimsel verilerdir. 

Hayatın en çirkin dönemi olarak adlandırılan ve fiziksel olarak yaşanan değişimlerle süregelen ergenlik döneminde bireyler birçok çelişki ile baş etmeye çalışmaktadırlar. Bir taraftan kendi ayakları üzerinde durmak için ebeveynleri ile alışılagelmemiş bir güç savaşına girerken, dönem dönem ne yapacaklarını bilemeyip onların çözüm yollarına ihtiyaç duyarak başvurmak zorunda kalabilmektedirler. Kendi bedenlerinde olan gelişmeler, onları ayna karşısına geçerek kendilerini incelemeye yöneltmekte, ancak aynada gördükleri görüntü ile televizyonlarda, gazete ve dergilerde, internet sitelerinde gördükleri bedenler arasındaki farklılıklar onları şaşırtmaktadır. Bu çelişki karşısında da ne yapacaklarını bilememekte ve hayal kırıklığına uğrayarak kendilerini beğenmemek gibi bir durumla karşı karşıya kalabilmektedirler. Bu durum, ergenlik döneminde sıklıkla rastladığımız yeme bozukluklarına sebep olabilmektedir. Ayrıca bu sıkıntı ile baş etmekte zorlanan bireylerin benlik ve kendilik algıları ile ilgili fikirlerinde olumsuz yönde değişmeler görülebilmektedir. Bu olumsuzluklar ergenleri depresif duygudurumlarına doğru götürebilmektedir. 

Beden imgesi ile ilgili yaşanan ve çevre tarafından beslenen bir diğer durum da ergenin erken ya da geç olgunlaşmasıdır. Ergenlerin ayna karşısında kendileri ve beden imgeleri ile ilgili düşünceleri şekillenirken, çevreden gelen geribildirimler de bu şekillenmeye yardımcı olurlar. Bu etkileşimde en önemli faktörlerden biri diğer ergenlere kıyasla olgunlaşmanın erken ya da geç oluşudur.

Erken olgunlaşan ergenler genellikle daha çabuk büyüdükleri için çevre tarafından onlara daha çok sorumluluk yüklenmektedir. Geç olgunlaşan ergenler ise erken olgunlaşanlara oranla çocukluk yıllarını daha uzun yaşar gözükmektedirler. Çevreden onlara giden mesaj hala çocuk oldukları yönündedir. Yaşanan bu iki farklı durum her iki grup içinde taşınması ağır bir yükü işaret etmektedir. Erken olgunlaşan birey çevreden gelen mesajlar doğrultusunda yaşından ve bedensel ve bilişsel düzeyinin karşılayabileceğinden daha zor bir problemi çözme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Geç olgunlaşan birey ise istifa etmiş olduğunu düşündüğü çocukluk mesleğinin yükümlülüklerini hala yerine getirmek zorunda olduğunun çevreden gelen baskısını üzerinde hissetmektedir.

Artık çocukluk döneminden çıkan ve çevresi tarafından “Artık büyüdün.” mesajını alan ergene yine çevresi ve içinde yaşadığı toplum tarafından bazı sorumluluklar ve roller yüklenmektedir. Bir yandan bedensel gelişimi ve onun yankılarıyla başa çıkmaya çalışan ergenin yaşadığı bir diğer çelişki de bu büyüme meselesi ile ilgilidir. Ev dışındaki sosyal çevresinde, arkadaş ortamında her şeye tek başına karar verebilen ve kendi istekleri doğrultusunda tercih yapabilen birey, ev ortamında belki de hala anne-babasının verdiği kararlara uymak zorunda kalabilmektedir. Bu ikilem, bireylerin rol çatışmaları yaşamasına sebep olabilmektedir. Yani, alışverişe arkadaşları ile çıktığında kendi parasını kendi ödeyen ergen, ebeveynleri ile dışarı çıktığında hala maddi olarak onlara bağımlı olduğunu anımsamaktadır. Bazen çocuk bazen ergen oluyor olmak, birey için güç bir durum ile baş edebilmeyi gerektirmektedir.

Yaşı büyüdükçe ergenin yaşam alanı da genişlemektedir. Çevreden gelen yeni ve farklı beklentiler bireyi dengesizliklere sürükleyebilmektedir. Arkadaş gruplarının ve ebeveynlerinin farklı beklentileri arasında kalan ergen, ne yapacağını bilemez ve çaresizliğe kapılır. Problem çözme ve yeni çevreye ayak uydurma becerilerinde yetersizlik yaşayan, neden-sonuç ilişkilerini kurmakta zorluklar yaşayan ergen, bu geçiş döneminde fırtınanın içinde kalmakta ve oradan nasıl çıkacağını arayarak bulmaya çalışmaktadır.

Yakın çevreden gelen beklentilerin yanı sıra toplumsal bir bakış açısı ile baktığımız zaman yaşadığı toplumun da ergenden bazı beklentileri vardır. Çünkü o toplumu geliştirecek ve yarınlara taşıyacak olan kişiler şu anda büyümekte olan bireylerdir. Örneğin bir otobüse bindiğimiz zaman klasik olarak şöyle bir örnekle karşılaşabiliriz. Yaşlı bir teyze otobüse biner ve oturacak yer yoktur. Etrafına bakınmaya başlar. Bu durum genellikle iki şekilde sonuçlanır. Ya gençlerden biri teyzeye yer verir. Ya da kimse yer vermez. Türk toplumunda genellikle yaşlılara yer verilmektedir. Eğer teyze oturacak yer bulursa gence teşekkür eder ve çevresindekilere “Bu ülke onlara emanet, ne iyi yetişmiş bir çocuk, keşke hepsi böyle olsa!” der. Bu ufak sohbette bile aslında toplumun ergenlere yüklediği bazı rollere ait ipuçları bulunmaktadır. Bu ülkenin emanet edileceği kişiler elbette yetişen bireylerdir ve toplu taşıma araçlarında bile bu sorumluluk onlara fısıldanmaktadır. Eğer hiçbir genç teyzeye yer vermezse o zaman teyze kızar ve “Bu ülke bunlara mı emanet edilecek, vah vah!” diyerek bir serzenişte bulunabilir. Burada da toplumun gençten beklediği bazı şeyler olduğu ancak gencin şu anda bunu kesinlikle yerine getirmiyor olduğu ve kendinden yaşça ve yaşamca tecrübeli kişileri hayal kırıklığına uğrattığı, hatta bu kişilerin gencin davranışından dolayı memleketin geleceği ile ilgili kaygıları olduğu mesajları saklıdır. İşte en ufak bir davranış bile toplumun gençten bekledikleri olduğunu ona hatırlatmaya yetmektedir.

Ergenlik döneminde meydana gelen bütün değişiklilerin altında yatan nedenlerden biri de cinsel dürtülerdeki artıştır. Bu dürtülerin şekillenmesinde çevrenin rolü çok büyüktür. Ancak çevreye sıra gelmeden önce aktive olması gereken bazı hormonlar bulunmaktadır. Şef bez olan hipofiz bezinin tetiklediği büyüme ve cinsellik hormonları, bireysel genetik kodlama ve programlama doğrultusunda harekete geçer. Bu kodlama, her bireyde doğuştan getirilmekte ve birey yeterli olgunluğa ulaştığı zaman harekete geçerek ergenliğe giriş belirtilerine start vermeye hazırlanırlar. Uygun zaman gelince, hormonların aktivasyonu başlar. Düzenleyici genler hipofizi harekete geçirir ve FSH, LH, JCSH ve ESTRAİDOL hormonları genetik kodlanmaları doğrultusunda ergenlerin gelişimine katkıda bulunmaya başlarlar. FSH hormonu erkeklerde sperm hücrelerinin oluşumunu, kızlarda yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlar. LH hormonu kızlarda östrojen ve progestron salınımını sağlar. JCSH hormonu erkeklerde testosteron salgılanmasını, bu sayede de cinsel organlarını gelişimini ve ses tonunun değişerek kalınlaşmasını sağlar. ESTRAİDOL hormonu ise kozlarda memelerin ve uterusun gelişimini sağlar. İnsan hayatı boyunca toplam iki kere salınan bu hormonlar ve hormon salınımı sonucu ergenin vücudunda meydana gelen değişikliklere Birincil Cinsiyet Özellikleri adı verilmektedir. Kızlar bedenlerinde başlayan bu gelişmelerden sonra birçok toplumda ergenliğin başı olarak ifade edilen ay hali ile karşı karşıya kalırlar. Erkeklerde ise gece aldatmaları ergenliğin başı olarak adlandırılır. 

Birincil Cinsiyet Özelliklerinden sonra devreye bir de İkincil Cinsiyet Özellikleri girer. Bu özellikler vücutta kıllanma, vücuttaki yağ dokusunun artışı, terleme, erkeklerde adem elmasının ortaya çıkması, vücut hatlarının şekillenmesi olarak özetlenebilir. 

Ortaya çıkan tüm bu cinsiyet özellikleri bireylerin cinsel farkındalıklarını harekete geçirmektedir. Bu farkındalığın harekete geçmesi bu özellikler ile başlamakta ve çevrenin tetikleyici özellikleri ile doruğa çıkabilmektedir. Medyadaki imrenilen modeller, bedeni ile ilgilenmeye ve sadece kendiyle ilgilenirken içe dönmeye başlayan ergenler için uyarıcı bir hale bürünmektedir. Yaşanan içsel çatışmaları çözemeyen ergenler, savunma mekanizmalarını devreye sokarak bu sayede bu durumla baş etmeye çalışırlar.

Tüm bu fiziksel, cinsel ve fizyolojik gelişimlerin yanı sıra ergenlik döneminde görülen en önemli gelişim ve değişim basamaklarından biri de ergenin bilişsel düzeyinde görülen değişimdir. Ergenlik dönemiyle birlikte merkezi sinir sisteminde de bazı hareketlenmeler olmaktadır. Özellikle prefrontal kortekste meydana gelen hızlı değişiklikler zihinsel hareketlenmeleri arttırmaktadır. Aksonların üzeri miyelin kılıfı ile kaplandıkça gri olan beynin rengi parietal-frontal ve pefrontal lobda yoğun olarak beyaza doğru değişmektedir ve beyindeki bilgi akışı hızlanmaktadır. Beyindeki elektriksel dalgalar ve organizmada görülen değişiklikler ve “Nasıl olsa bana hiçbir şey olmaz.” düşüncesi sosyal tecrübe azlığı yaşayan ergenleri risk alma davranışlarına ve hareketin fazla olduğu aktivitelere yönlendirmektedir.

Ergenlik dönemindeki bireyler bilişsel gelişimleri doğrultusunda varsayımsal olarak düşünebilmeye, problem çözmeye, mantık yürüterek muhakeme edebilmeye, sorgulamaya başlarlar. Bu süreçte çevrelerinden gelen uyarıları hepsini koşulsuz olarak kabul etmeden önce kendi mantık süzgeçlerinden geçirir, sorgular ve eğer kendilerine uygun gelirse kabul ederler. Bu yaş grubundaki kişilerde ya siyah- ya beyaz, ya doğru- ya yanlış olduğu için sunulan öneriyi ya kabul ya ret ederler. Belki olabilir gibi bir düşünceleri yoktur. 

Ergenlik döneminde yaşanan tüm bu gelişmeleri ve değişmeleri göz önüne alarak analiz ettiğimiz zaman, ortaya şöyle bir görüntü çıkmaktadır. Ergenlik bireyde birtakım fizyolojik, fiziksel ve bedensel değişikliklerle başlamakta, bu değişikliklere bilişsel değişimler eşlik etmektedir. Yani bireyde ilk başlayan değişim organizmada-bedende başlamaktadır. Bu değişimlerin farkındalığı ise bireye çevreden gelen mesajlar ile ulaşmaktadır. Bir süre sonra çevreden gelen bu mesajlar ergen için önem kazanmakta ve ergenin duygusal ve sosyal gelişimine etki etmektedir. Bu mesajla ile birey bedeninde başlayan değişimleri şekillendirmeye devam etmektedir. Olumlu gele çevresel uyaranlar ve mesajlar bireyin oluşmakta olan kimliğine olumlu katkılar yapmakta, olumsuz gelen mesajlar ise kimlik gelişimine negatif etkide bulunmakta ve benlik algısını olumsuz yönde etkileyerek yetişkin yaşantısına sağlam olmayan yatırımlar yapabilmektedir. 

Yani ergenlerin gelişiminde çevre tek başına olayı başlatan bir faktör değildir. Bireyi bu değişime tetikleyen içsel faktörleri şiddetle destekleyen ve bireyin şekillenmesinde üst düzey rol oynayan bir faktördür. Belki de bu soruyu şu şekilde özetleyebiliriz: ergenlik döneminde bireye eşlik eden başrol oyuncuları; bireyin gelişimlerini tetikleyen hormonlar, genetik kodlamalar, bilişsel ve fiziksel değişimlerdir. En etkili yardımcı rol ise bu değişimlere geribildirim veren çevreye düşmektedir.

Ergenlik döneminde bulunan bireylerin üstlendiği görevlerden biri de duygusal olarak diğer yetişkinlerden bağımsızlığını alarak kendi ayaklarının üzerinde durabilme becerisini kazanmaktır. Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren ilk görevi sağlıklı ve güvenli bir bağlanma ilişkisini gerçekleştirmek olan birey, doğumdan sonraki ilk yıllarda da hep yetişkin kontrolü, desteği ve süpervizyonuna ihtiyaç duymaktadır. Ergenliğe giriş ile birlikte bireyin yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde durabilmeye yönelik gelişimi başladığından ergen ve anne-baba arası çatışmalar baş göstermektedir.

Bilişsel gelişimi ergenlik döneminde hızla devam eden birey, muhakeme etme, akıl yürütme ve sorgulama becerilerinin edinimi ile birlikte bu yaşına dek evde konan tüm kurallara itiraz etmeden uyma davranışı gösterirken, bu dönem ile birlikte bu kuralları neden sorgulamadan kabul ettiğini düşünmeye başlar. Neden dışarı çıkarken izin almak zorundadır? Neden saat 6’da evde olmak zorundadır? Neden birlikte dışarı çıkacağı arkadaşlarını ailesi tanımak zorundadır? Neden ailesinin yatmasını söylediği saatte yatmak zorundadır? Neden ödevlerinin annesinin söylediği saatte yapmak zorundadır? Kendi istediği saatte de pekala ödevlerini tamamlayabilir. 

Kuralları sorgulama evresi, ergenin ibresini yavaş yavaş kuralları koyan kişilere doğru çevirmeye başlar. Bugüne dek evde otorite figürü olan ve her dedikleri koşulsuz olarak kabul edilen anne ve baba,  çocuklarının ergenlik dönemi ile birlikte her dediklerini artık itiraz etmeden, nedenini sorgulamadan ve mantık temelli bir açıklama duymadan kabul etmeyen bir birey olduğunu fark etmeye başlarlar. 

Bu dönemde ergenler anne-babaları tarafından anlaşılmadıklarını, yaşadıkları hakkında anne-babasının en ufak bir düşüncesi olmadığını düşünür. Anne-babalar da anlaşılmadıklarını, çocuklarının neden bu kadar değişken olduğunu, neden onların koyduğu kuralları ve değerleri sorguladıklarını ve eden onlara karşı geldiklerini düşünürler. Ergenin gözünde anne-babası artık kusursuz kişiler değildir. Ergen artık ebeveynlerine eleştirel bir bakış açısı ile bakmaya başlar. Aslında tüm bu değişmeler ergenin kimlik mücadelesi içinde olduğunu bize gösteren ipuçlarıdır.

Ergenlik dönemindeki bireyler hayatın birçok anında ve alanında ikilemler ile karşı karşıya kalırlar. O gün canları sinemaya gitmek istemektedir. Hemen arkadaşlarına telefon ederler ve bir film seçerek gitmeye karar verirler. Ancak arkadaşları yanlarında kuzenlerini de getireceğini söyleyince bütün plan suya düşebilir çünkü kuzenler küçüktür ve onlarla geziyor görünmek çevreden pek olumlu geribildirimler almayacak belki de alay konusu olacaktır. Sırf kuzenler geleceği için çok görmek istedikleri filmden bir dakika önce çok gitmek isterken bir anda vazgeçip fikir değiştirebilirler. Bu tarz ikilemleri her an yaşayabilirler. Ya da ergen yeni kıyafetler almak istemektedir ve ebeveynlerini gidip alışveriş yapmaya ikna etmiştir. Sıra evden çıkıp alışveriş merkezindeki dükkanları gezmeye geldiğinde ise ergen evde hevesle alacağını anlattığı kıyafetlerin neredeyse yüzüne bile bakmamaktadır.

Anna Freud’a göre ergenlik dönemi 2,5 yaş döneminin tekrarı gibidir. Bu yaştaki bireyler tıpkı çocukluğun ilk yıllarında olduğu gibi içe dönebilirler. Bedenlerindeki farklılaşma ve gelişim bireyi iç dünyası ile baş başa bırakabilir. Ergenlik dönemi ile birlikte bastırmakta oldukları cinsellik dürtüleri yavaş yavaş karşılarına çıkmaya başlar. Erken çocukluk döneminde yaşanmış olan ödipal karmaşa bu sefer çözümlenmek üzere ergenin karşısındadır. Ancak çocukluk döneminde karşı cinsten olan ebeveynle özdeşleşerek geçici olarak çözülmüş olan bu karmaşa, şimdi nasıl çözülecektir? 

İşte burada devreye ergenin geliştirdiği savunma mekanizmaları girmektedir. Anna Freud’ a göre ergenler bu durumda devreye özdeşleşme mekanizmalarını sokmaktadır. Böylece ergenler hemcinsleri olan ebeveyn ile özdeşleşmeyi bir çözüm olarak kullanırlar. Erkek ergen babası, kız ergen annesi ile özdeşleşir. Ancak yine de anne-babayı beğenmeme, onları eleştirme, sorgulama süreci devam etmektedir. Bu dönemde ergenler hem bu savunma mekanizmalarının hem çevrenin hem de dürtülerinin etkisiyle arkadaşlara doğru bir yönelim içine girerler. Anne-babalarında arayıp bulamadıklarını hatta farkında olmadan anne-babalarında olanları arkadaşlarında ararlar. Ancak bulamazlar. Bu da ergenleri sık sık arkadaş değiştirmeye yöneltir. Ergenin iç dünyasında neler olup bittiğine anlam veremeyen anne-baba, çocuklarının neden bu kadar sık arkadaş değiştirdiğini anlayamaz. Bu da ev içinde arkadaşlar ile ilgili sohbetler açıldığı zaman anne-babanın ergeni bu konuda sorguya çekmek istemesi, ergenin özgürleşmeye çalıştığı bu dönemde neden hala ona karıştıklarını sorgulaması ve sorulara yanıt vermemesi ve genellikle anne-babanın sorunun cevabına ulaşmak için üsteleyerek ergeni sohbet ortamından kaçırtmaları ile son bulmaktadır. Bu olaydan çocuk bazı dersler çıkarmıştır. Bir daha ebeveynlerine arkadaşları ile ilgili bir şey anlatmamaya karar verebilir. Bu da riskli bir yaş grubunda olan ergeni ailesinden uzaklaştırabilir ve ailenin yapmasından hoşlanmayacağı davranışlara (sigara-alkol kullanma, okulu kırma, geç saatlere kadar gezme, ailenin sevmediği tarzda müzik dinleme, vs.) yönlendirebilir. Çünkü ergene göre bu davranışlar belki de ailesini cezalandırmak için keşfettiği bir yöntem olabilmektedir. 

Blos’a göre ise ergen karşına tekrar çıkan bu ödipal karmaşayı geriye dönerek çözebilecektir. Blos burada iki türlü çatışmadan söz etmektedir: a) negatif ödipal çatışma b) pozitif ödipal çatışma. Negatif ödipal çatışmada ergen, karşı cinsten olan ebeveyne sevgisini yönlendirmekte, pozitif ödipal çatışmada ise sevgisini hemcinsi olan ebeveyne yöneltmektedir. Eğer ergen bu çatışmayı sonlandırabilirse, aile dışındaki nesneler yönelmesi daha kolay olacak ve ergen ebeveynlerinden ayrışarak bağımsızlığa doğru yönelecektir.  Bu durum ise ebeveyn-ergen arası izin alma, ev dışında geçirilen saat sayısını ayarlama, izin alabilme ya da almaya gerek duymama gibi sıkıntıları beraberinde getirebilmektedir.

Ergenlerin bu dönemde kullandığı bir diğer savunma mekanizması ise çileciktir. Ergenin bu zamana kadar bastırmış olduğu dürtüleri açığa çıkmaya başlamıştır. İd bu dürtülerin hemen ihtiyaçlarını gidermesini söylemektedir. Ödipal dönem sonucunda gelişmeye başlayan süperego ise bu ihtiyaçları bastırmaktadır. Bu durum ergeni rahatsız etmektedir. Bu nedenle ergen çilecilik savunma mekanizmasını devreye sokar ve haz alma durumunu erteleyerek kendini bu durumdan uzaklaştırır. Burada devreye entelektüelleştirme savunma mekanizması devreye girebilir. Birey yaşadığı bu durumu daha mantıklı bir şekilde açıklar ve konuyu değiştirerek tartışmalara katılmaya başlayabilir. Bu durumda ergeni aile platformunda evin ekonomisinin nasıl planlanacağı gibi konularda fikir beyan ederken bulmak mümkündür. Burada devreye süperego da girmektedir. Gelişmekte olan süperego, ergenin var olan potansiyelini fark etmesinde yol gösterici bir rol oynamaktadır. Kendi gücünün farkına varmaya başlayan ergen daha çok sorumluluk almaya başlayabilir böylece kendini aile platformunda söz sahibi hissederek önerilerde bulunabilir. Bu da çocuklarının büyümeye başladığını ebeveynlere gösteren bir durum olarak kendini göstermektedir ve aslında ergenin önerilerde bulunuyor olması anne-babanın hoşuna gidebilmektedir.

Kendi potansiyellerinin ve iç güçlerinin farkına varmaya başlayan ergenler, Blos’a göre anne-babalarından ayrışarak hayatlarına devam etmek istemektedirler. Blos bu dönemi, çocukluğun 2,5-3 yaş dönemine benzetmektedir. Nasıl ki o dönemdeki çocuk her soruya “Hayır.” yanıtı ile karşılık vermekte, oyuncaklarını kimseye vermeyerek içe dönmekte ve benmerkezci davranmakta, masada duran telefonu alıp fırlatarak gücünü denemekte ve çevreye gücünü göstererek kendini kabul ettirmek istemekte ise; ergenler de anne-baba ile ilişkilerini minimuma indirerek artık onlardan ayrılabileceklerini hem kendilerine hem anne-babalarına hem de çevreye kanıtlayarak güçlerini göstermek istemektedirler. Bu bireyselleşme sürecine Blos, Margaret Mahler’in “Birinci Bireyselleşme Süreci”nin ardından “İkinci Bireyselleşme Süreci” adını vermiştir. Bu süreçte ergenin temel amacı anne-babadan ayrışmak ve kendi yapılarını sağlamlaştırmaktır. Bu dönemde ayrışma çabasında olan ergen, tıpkı çocuklukta kullandığı geçiş nesneleri gibi aracılara ihtiyaç duyar. Bu nesneler çocuklukta bir ayıcık, bir oyuncak köpek olabilirken, ergenlikte ise bu nesnelerin yerini arkadaşlar, yaşanan anıların yazıldığı hatıra defterleri, yaşananların anlatıldığı şiir defterleri, hayran olunan ünlülerin fotoğraflarının toplandığı albümler almaktadır. 

Bu geçiş nesneleri, ergenlerin bireyselleşme sürecinde ailesine daha eleştirel bir gözle bakmasına neden olabilmektedir. Daha önceden hep “doğru” olarak kabul ettiği her şey artık bir sorgudan geçmektedir. Bu dönemde de zıtlıklar ergenin hayatında yer almaktadır. Ergenler bir yandan ebeveynlerini çok severken, bir yandan da onlara eleştirel bir bakış açısıyla bakabilmektedirler. 

Bu dönemde de ergenlerde bazı regresif durumlar söz konusu olabilmektedir. Aslında bu regresyon bir savunma mekanizması olarak da adlandırılabilir. Ancak bu durumlar anne-baba için çocuklarına uyarı yapılması gereken birer durum olarak görülmektedir. Örneğin ergenler kendilerini banyoya kapar ve saatlerce oradan çıkmayabilirler. Haftada bir kere saçlarını yıkamak onlara yeterli gelmektedir. Saçlarına her gün jöle sürerler ama bir önceki gün sürdüklerini yıkamadan…En çok sevdikleri siyah t-shirtleri üç gündür üstlerindedir ama onu çıkarıp yıkanması için makineye atmak akıllarından bile geçmez…İşte bu tür gerilemeler ebeveynleri çıldırtmaktadır. Odalarını toplamamaları, üst-başlarına gereken önemi vermiyor olmaları ergen-ebeveyn etkileşiminde yaşanan tartışmaların bir diğer sebebi olmaktadır.

Blos’a göre ergenlik altı evreden oluşmaktadır. İlk dönem olan latent dönemde ergen çatışma yaşamamaktadır, eğere çocukluk döneminden kalan çatışmaları halen devam ediyor ise onları çözmektedir. İkinci dönem olan ergenlik öncesi dönemde ergen, negatif ödipal çatışma yaşamaktadır ve bu çatışma onu akran grubuna yöneltmektedir. Üçüncü dönem olan erken ergenlikte ergen halen negatif ödipal çatışmayı yaşamaya devam etmekte ve aile dışındaki nesneler ile bu çatışmayı çözmeye çalışmaktadır. Dördüncü dönem olan orta ergenlikte birey pozitif ödipal çatışmayı ortadan kaldırmaya uğraşmakta ve yine çözümünü aile dışı nesnelerde aramaktadır. Geç ergenlik döneminde ise yaşana ödipal çatışma artık son bulur ve bu sayede cinsel kimlik yerleşmeye başlar. Orta ergenlik döneminden itibaren ergenler karşı cinsten bireylere ilgi duymaya başlar ve karşı cinsle olan ilişki ergen için doyurucu ve en önemli ilişki şeklini almaya başlar. Bu sağlıklı bir gelişim sürecinin ilerlediğinin göstergesidir.

Ergenliğin tüm bu evrelerinde aslında birey bağımsızlaşma, kendi ayakları üzerinde durabilme, kendini ifade ederek söz sahibi olma ve karar verebilme yetkisine sahip olabilmeyi istemektedir. Ergenin tüm bu istekleri hem kendisi hem de anne-babası için yeni ve uyum sağlaması güç süreçler olabilmektedir. Burada anne-babalara düşen rol; çocuklarının büyümeye başladığın kabul ederek onlara destek olmak, değerli olduklarını ve ne olursa olsun her koşulda karşılık beklemeksizin sevildiklerini hissettirmektir. Evet, ergenlik hepimizin yaşadığı, zorlukları olan ama yaşanmadan gelişilmesi ve öğrenilmesi mümkün olmayan bir süreçtir. Eğer ebeveynler bu süreci kendilerinin de yaşadığını unutmazlarsa bu değişim süreci herkes adına daha sağlıklı bir şekilde noktalanacaktır.